Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

3. Aydınlanma’nın Sonu mu?

Aşağa gitmek

3. Aydınlanma’nın Sonu mu? Empty 3. Aydınlanma’nın Sonu mu?

Mesaj  Red_Rose Ptsi Mart 03, 2008 10:56 pm

Yüzyılımızda tarih alanında akılcı araştırmanın mümkün olduğuna yönelik köklü kuşku, daha önce de belirttiğimiz gibi, modern toplum ve kültür konusunda gittikçe artan huzursuzlukla yakından bağlantılıdır. Bu toplum, Aydınlanma’nın varisi olarak görülmektedir. Aydınlanma başlangıçta, insanoğlunu, akılcı düşünce yoluyla keyfi kısıtlamalardan özgürleştirmeye, her bir bireye kendi potansiyellerini özgürce geliştirme fırsatı vermeye yönelik bir kararlılık olarak anlaşılıyordu. Postmodernist tartışmada ise Aydınlanma yalnız dünyayı anlamdan yoksun bırakmanın değil, aynı zamanda insanlar üzerinde tahakküm kurmanın teknolojik ve yönetsel gereçlerini yaratmaktan da sorumlu tutulan bir şamar oğlanına dönüşmüş durumdadır. Postmodernist düşünce, 18. yüzyılın antimodernizmi ve 19. yüzyılın tutucu ve romantik düşünürlerine dek geriye uzanan bir Aydınlanma karşıtı duygu geleneği üzerine inşa edilmiştir. Buradan, Nietzsche ve Heidegger üzerinden 1920’lerin ve 1930’ların radikal sağına giden bir çizgi de vardır.



Yine 1940’lardan başlayarak, bu eleştirinin önemli yönleri, modern kültürün eleştirisinde Marksist yabancılaşma ve metalaşma kavramlarını kullanan Max Horkheimer, Theodor Adorno ve Herbert Marcuse gibi düşünürler tarafından da kullanıldı. Bu düşünürler, Aydınlanma’nın, miti yıkmak yoluyla insanları özgürleştirmenin peşinde koşmuş olmasına karşın, bilimsel çözümlemenin doğayı ve insanı anlayabileceğine ve teknoloji aracılığıyla onların üzerinde denetim kazanabileceğine ilişkin yeni bir mit yaratmış olduğunu düşünüyorlardı. Marksist bir çözümlemeden yola çıkarak, Aydınlanma’nın evrensel insan hakları iddiasının ardında, mülkiyet haklarına dayanan gizli, hiyerarşik bir toplumsal, ekonomik ve bu yüzden de siyasal düzen yattığını söylediler. Onların kanısına göre, Aydınlanma’nın en büyük hatası, nihai hedefi gerçekliği bilimsel, yani nicel formülasyonlara indirgemek olan, çarpıtılmış akıl görüşünde yatmaktadır.(13) Bu çeşit bilimin kadir-i mutlaklığına olan inanç, yeni bir mit oluşturdu. Varoluşun niteliksel yönlerine ilgiden vazgeçmek yoluyla, gerçek bilimin özünü oluşturan eleştirel perspektifini de yitirdi.



Daha sonraları Foucault, Derrida ve Lyotard tarafından da dile getirilen, Aydınlanma’nın bu tanımı ağır bir çarpıtmayı temsil eder. Aydınlanma, herkesin kabul edeceği üzere, pek çok çelişkili yönlere sahipti. Temsilcilerinden biri olarak Condorcet’yi alırsak, bilimsel bilgiyi ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan teknolojik bilgiyi toplum alanına sistemli bir biçimde uygulanması sayesinde, zenginliği ve gönenci maksimize etmeyi amaçlıyordu.(14) Fakat Condorcet için bilim ve teknoloji kesinlikle kendileri için var olmayıp, erkekleri ve onun kanısına göre aynı zamanda kadınları da, cehalet, yoksunluk ve istibdadın kamçısından özgürleştirmenin birer aracıydı. Aslına bakılırsa, Aydınlanma’da ikili bir yan vardı: Aydınlanma’nın evrenselciliği ile akılcı planlama ve denetime olan inancı, ki bunların, Robespierre’den Lenin’e değin radikallerin ütopyacılığının tohumlarını barındırdığı ileri sürülmüştür.(15) Gelgelelim, aydınlanmış bireyin özerkliği üzerindeki vurgu, keyfi yetkenin ve topyekün denetimin bütün biçimlerine karşı kararlı bir muhalefeti varsayıyordu.



Aydınlanma’dan Auschwitz’e giden yol, Adorno ya da Foucault’nun açıkladığından çok daha karmaşıktı ve Aydınlanma muhaliflerinin modernizm karşıtlığına çok şey borçluydu. Bu yüzyılın tarihi, insan hakları ve akılcılık gibi Aydınlanma kavramlarının iki anlamlılığı hakkında bizlere pek çok şey öğretti. Postmodernist düşünce, ütopyacılığa ve ilerleme kavrayışlarına karşı yaptığı uyarılarla, çağdaş tarihsel tartışmalara önemli bir katkıda bulundu. Ne ki, bu bizi Aydınlanma mirasından vazgeçmeye ve onu yadsımaya değil, tersine, bu mirasın eleştirel bir yeniden değerlendirmesine götürmelidir. Bu kitapta incelenen yeni sosyal ve kültürel tarihin büyük bir bölümünün niyeti de budur zaten. Aydınlanma eleştirilebilir, ama barbarlıktan başka seçeneği de yoktur.





1. Bkz. Lutz Niethammer, Posthistoire: Has History Ended?, Londra, 1992.

2. Francis Fukuyama, The End of History and the Last Man, New York, 1992.

3. Sören Kierkegaard, The Present Age, New York, 1962.

4. J. G. Droysen, Outline of the Principles of History, Boston, 1893.

5. Oswald Spengler, The Decline of the West, 2 c., New York, 1926-28.

6. Arnold Toynbee, A Study of History, 10 c., New York, 1947-57.

7. Bkz. Eric Wolf, Europe and the People Without History, Berkeley, 1982.

8. Bkz. Peter Novick, That Noble Dream, Combridge, 1988.

9. Notalie Davis, The Return of Martin Guerre, Cambridge, Moss., 1983.

10. Bkz. Hans Kellner’ın, 18. Uluslararası Tarih Bilimleri Kongresi’ne Sunduğu henüz yayımlanmamış bildirisi, Montreal, 1995; ayrıca Kellner, Languoge and Historical Representation: Getting the Story Crooked, Madison, 1989.

11. F. A. Ankersmit, “Historicism: An Atfempt ot Synthesis,” History and Theory 34(1995), s. 155.

12. Novick, That Noble Dream.

13. Max Horkheimer ve Theodor W. Adorno, The Dialectic of Enlightenment, New York,1972.

14. Jean-Antoine-Nicolas de Caritat, Condorcet Markisi, Sketch for o Historical Picture of the Progress of Humon Mind, New York, 1955.

15. Karş. Gerhard Ritter, The German Problem: Basic Questions of German Political Life, Past ond Present, Columbus, Ohio, 1965; J. L. Talmon, The Origins of Totalitarian Democracy, New York, 1960; ayrıca Hannah Arendt, The Origins of Totalitarianism, New York, 1951 ve Friedrich Hayek, Road to Serfdom, Chicago, 1994.

Red_Rose

Mesaj Sayısı : 25
Kayıt tarihi : 03/03/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz